Evvelden Önce

by yonetim

Evvelden Önce

Uzun zamandır beni çağıran bir yerdi orası. Ve nihayet vardım… Gittim. Binlerce yıllık bir geçmişin izinde yürüdüm. Mısır’ın meşhur piramitlerinden daha eski, belki de tarihin ilk sayılabilecek heykellerine, sanat eserlerine, kim bilir… ibadethanelerine tanıklık ettim. Ta 12.000 yıl öncesine, buzul çağının hemen sonrasına uzanan bir geçmişe…
Evvelden önceye…

İnsanlık hep arayıştaydı. Tıpkı bizim bugün kendimizi bulmaya çalıştığımız gibi. Adem’den bugüne, bu arayış hiç bitmedi. Bana kalırsa, ilk insan mağaradan çıkıp gökyüzüne baktığında, en parlak yıldız olan Sirius’a kilitlendi. Belki de birçok eserini o noktaya göre yaptı. Göbeklitepe’nin Sirius’la ilişkisi olduğu söylenmişti ama değilmiş. Yine de o noktadan oldukça belirgindi.

İnsanlar öğrendikçe, bilgi birikimleri arttıkça, daha çok bildiler ama bu bilgiler yetmedi. İnandıkları güneş, ay, yıldız ve putlar bir noktadan sonra onları tatmin etmedi. Çünkü bu kusursuz evrenin, gözle görülmeyen ama kudreti hissedilen bir varlık tarafından var edilmiş olması gerektiğine inandılar. Ve böylece, inanç sistemleri ortaya çıktı. Dinleri yaşatabilmek için ibadet şekilleri; ibadetleri gerçekleştirebilmek için ibadethaneler inşa edildi.

Aklıma Carl Sagan’ın şu sözü geliyor:

“Dinler, insanların korkularını yatıştırmak, evrende kendilerine bir yer bulmak ve bilinmeyene anlam yüklemek için geliştirdikleri sistemlerdir.”

Peki tüm bunların Göbeklitepe ile ilgisi ne?

Orası bir yerleşim yeri değildi. Yalnızca ibadet için kullanılan, yüzlerce yıl boyunca insanlar tarafından ziyaret edilen; her 200 yılda bir üzeri örtülerek yeniden inşa edilen bir kutsal alandı. İlginç olan şu ki; bu yapıların inşa edildiği dönemde insanlar henüz resim, heykel gibi sanatlarla uğraşmıyor, avcı-toplayıcı bir yaşam sürüyor olmalıydı. Ancak burada bulunan halk, oldukça üst düzey tekniklerle T biçiminde devasa sütunlar inşa etmiş. Sanki bir mesaj vermek istiyorlardı, sanki bugün bizlere bir şeyler anlatmak ister gibiydiler.

Ve ben… sonunda gördüm, hissettim oraları. Bana öylesine iyi geldi ki. Merakım dindi mi? Hayır. Aksine daha da arttı. Keşke daha uzun kalabilseydim.

Dedem, bilge bir adamdır. Gençliğinde, hemşire olduğu için doğuyu at sırtında gezmiş; bir nevi gezici hekimlik yapmıştır. Yusuf’un soyundan geldiği söylenir. Onun ağzından ilk kez duymuştum Göbeklitepe’yi. Oraya “Gire Miraza” denirmiş. Kürtçede “Dilek Tepesi” anlamı taşır. Tepenin en üst noktasında yalnızca bir ağaç bulunurmuş. Çocuğu olmayan kadınlar oraya gelir, o ağaç altında şifa dilerlermiş. Ve dilekleri kabul olurmuş. Dedem derdi ki, insanlar yıllar önce bile, henüz yer bilimsel olarak keşfedilmeden önce o tepeye giderdi.

İlginçtir, Göbeklitepe kazılarında yalnızca bir kadın figürü bulunmuş — doğum yapan bir kadın. Daha yerin altındayken bile, insanlar orayı doğru yer olarak hissetmiş gibiler.
Ben de dileklerimi diledim. Atalarıma teşekkür ettim.
Umarım bir gün benim de ardımda iz bırakan işlerim olur. İnsanların hayatına kolaylık, ruhlarına huzur sunarım.

Ama bir şey var… Döndüğümde fark ettim ki, ben artık eski ben değilim.
Ruhum daha güçlü. Hayattan ne istediğimi çok daha net biliyorum.

Sevgili okurum, umarım bir gün senin de yolun oralara düşer.
Ve sen de kendi evvelden önce’nin izini sürersin.

Sevgiyle,
Berfin

Şunlar da hoşunuza gidebilir